Söze yaşıtım Ülkücüler ve Devrimcilere seslenerek başlayacağım!
Ömrümün 45 yılını, Ülküdaşlarımla yoldaş olarak yaşadım! Ömrümün, 1980 öncesi 10 yıllık bir kesimini, Devrimcilerle düşman olarak ve dolu-dolu yaşadım!
Yaşadığım 45 yılın, 1970-1980 arası on yılı içinde, neler yaşadık neler! Ölüp öldürmeler, sokak-semt paylaşmalar, siyâsi zaferler-mağlûbiyetler, Muhtıralar-darbeler; işkenceler-ifâdeler, îdamlar-ağır cezalar, firârlar-kaçak saklamalar; firarken, kaçakken devlet-millet hâinlerini kovalamalar!
Dindârlıkta, mutaâssıplıkta hep ön sıralarda olan Erzurum'da Ramazan günü kürsüde su içip İslâmî fetvâlar veren Netekim General'i alkışlayan dindarlara, itirazlar-öfkelenmeler!
Sâdece namaz kıldıkları için solculardan, komunistlerden koruduğumuz; Büyük Doğu'cu, Millî Görüşçü, Akıncı gençlerin ve ailelerinin, bir anda ABD'nin "Bizim çocuklar"ı Netekim General'den yana oluşları!
Kraldan fazla kralcı; siyâsilerin atadığı polis şeflerinin, bir anda Netekim General'in infaz timleri haline dönüşmeleri! Zeki Kaman, Dürüst Oktay gibi karakter fahîşelerinin, bir gün önce sofrasında oturdukları kişilere psikopatça, şerefsizce, nâmussuzca işkenceleri!
Netekim General'in, aldığı buyruklar gereği "Karıştır-barıştır" süreci!
İşkenceli sorgulardan sonra; ülkücüler ve devrimcilerin birbirini tedâvileri! Tanışmalar, konuşmalar ve sonunda en uç, zıt kişilerin, düşman kardeşlerin kucaklaşmaları! ...ları! ...leri!
O dönemi bizzat yaşayanlardan yazanlar, anlatanlar oldu!
O günlerden hâlâ yazılmayanlar, anlatılmayanlar, sorgulanan ve unutulmaya mahkûm edilen kişiler ve olaylar var! Anlatılmayacak ama asla unutulmayacaklar da!
Beş vakit namazlı solcuların, ateist devrimcileri; beş vakit namazlı sağcıların, meyhâneden-kerhâneden çıkmayan zavakları kahraman bilimelerine itirazları, anlatılmayacak! Ama bu yüzkarası karakterler ve yaptıkları, unutulmayacak ta!...
Çünkü Ülkücüler ve Devrimciler olarak o yüz karalarını biliyoruz! Bildiğimizi onlar da biliyorlar!
O dönemin utanmaz yüzkaraları; bilindiklerini bile bile utanmazlığa devamla güçlüden yana olarak kapı köpekliğini, mürâiliği, eyyâmcılığı mahâret gibi yaşayarak mevki-makam işgâl ettiler, edecekler! Onlar; ABD'nin Sivil Çocukları'nın Ustası, "Kulağından tutar, kapının önüne koyarım!" diye iltifât ettiğinde, sessiz kaldılar, kalacaklar, kalırlar!
Özetle bir dönemin fiîllerini, fâillerini hatırlatmağa çalıştım! Bunu; kimsenin, kavlamış yaralarını kaşımak-kanatmak için yapmadım Allah(c.c.) şahîdimdir! Öyleyse niye mırıldandım bu mübârek günde?
Bunları sana anlatıyorum Usta!
Mahkemenin kadıya mülk olduğu; dünyanın hiç bir yerinde, tarihin hiç bir döneminde görülmemiştir!
"Seni nasıl doyuracağız be usta? Eve ekmek götürmekte zorlandığın günleri hatırlar mısın? Zar zor, orman arazisine kaçak olarak yaptığın eve kömür alamadığın soğuk kış aylarını unuttun mu? Satın aldığın 6 yaşındaki arabanın taksitlerini öderken neler çektiğini unuttuysan, ikisi de sağ olan ve zamanında ellerini öptüğün Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan ağabeylerine bir soruver, onlar sana anlatsınlar neler çektiğini!" diye sana sorular yönelten bir dönemin tanıklarından Rıfat Serdaroğlu'nun, sözlerini de duyurmaya gayret ediyorum!
Çünkü Usta! Millî menfâtler ve tehlikelerde içgüdüsel olarak bir araya gelen Türk Milletinin, ayrı kulvar ve mahfillerden, aynı dille seslenmelerini, artık fark etmen gerek!
Eğer; "Ben yaparsam olur!" tarzı ile "Ne oldum delisi" görmemişliklere devâm edersen; yüzme bilmeden kavak ağacına çıkarıldığının farkında değilsin ve hem kendine, hem yandaşlarına, hem dünyalık diye biriktirdiklerine, hem de ülkeye yazık edersin!
İşte biz de buna izin vermeyiz Usta!
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış! Doğrudur! Sen hiç söylenen Türk Milletinin söylentilerini söze çevirerek millet adına söyleyen, millî kalemlerle çayıra veya mindere çıkmadınki be Usta!
Sponsorlu, yabancı hocaların çalıştırdığı reklam armalı eşfmanlı profesyonelcilik oynayanlarla kapıştırıldın hep! Ve bütün müsabakalarda şike olduğunu, sağır sultan bile duydu!
Onlara "Yık" dediler, yıktılar; "Yıkıl" dediler, yıkıldılar!
Biz onlardan değiliz be Usta!
Biz ölürüz ama yenilmeyiz! Bizi öldürmeğe de, ne soluğunuz, ne de gücünüz yetmez be Usta!
Çünkü biz; İslâmiyetten binlerce yıl önce toplu kıyımdan kurtularak Ergenekon'a iki çift girip dört yüz yıl sonra, yüz bin savaşçıyla çıkarak intikam alan Nöküz ve Kıyan'ın ahfâdıyız!
Çünkü biz; kırk çerisi ile Çin sarayını basarak ölen ama yenilmeyerek Türk Milletinin hürriyetini sağlayan Kürşad soylularız!
Çünkü biz; İslâmiyet sonrası, Kerbelâ'da 30.000 kişilik Yezîd ordusuna, 72 kişi ile direnip şân ile can verip, kıyâmete kadar haklının yenilmeyeceğini ispat eden İmam Hüseyin ve ataları Ehl-i Beyt yolundaki Müslüman-Türkleriz!
Biz; Sultan Alparslan'ız! Biz; Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar ve Ertuğrul Beğleriz! Osman, Orhan Gâzileriz! Biz Tuna'da abdest alan, Medine'de ölümüne nöbette kalan, Çanakkale'de 253.000 kere cân verip, "Çanakkale geçilmez!" destanını yazan, Yedi Düvel adıyla gelen Haçlı'yı denize döken ırkın ahfâdıyız!
Senin bize gücün yetmez Usta!
Zâten aramızda sîklet farkı var ve seni bizimle çayıra-mindere-ringe çıkarırlarsa, Vallahi senden vaz geçmişlerdir be Usta!
Biz; kaldırmadığı, ürkütmediği ava ok ve mermi atmayan, helâli bilen Türk avcılarız!
Şu an; îmânî, vicdânî ve insânî davranışların, dünyadaki tek temsilcisi Türk Milletine yakışanı yapıyoruz! Uyarıyoruz!
Bizi duy be Usta!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder