8 Eylül 2017 Cuma

"YİTİK ZAMAN OYUNCAKLARI" HAKKINDA...

       "Hatıralar, insanın kovulamayacağı tek cennetidir.." (Oktay Rıfat)
*****       
       Aylardır, "Yitik Zaman Oyuncakları" nın ikinci baskısını yaptırmak hayalleriyle yatıp kalkıyorum.
       19. 07. 2012'de bir paragrafını yayınladığım "Yitik Zaman Oyuncakları" ilgi çekmiş, kitap hakkında bilgi isteyen bir Gönüldaşıma; 
       "Selâm ile...
       Sevgili V...i Sarı Kandaşım;
       Öncelikle yakın ilginize çok teşekkürler.
       Romanın el yazımı müsveddesi epeydir bitti. Şimdi Bilgisayara yüklenmesi ve bu arada tashîhi falan var.
       Yalnız çalışıyorum. Dolayısıyla güncel konulara kendimizi kaptırınca garîban romanıma zaman yetmiyor. 
       Sonrası da var tabi. Bilgisayara yüklemesi bittikten sonra bir de yayınevi sıkıntımız var.          Bitirmeyi Tanrım nasip ederse "Yitik Zaman Oyuncakları" gibi perîşan etmeye gönlüm râzı değil...
       "Vakti gelmeden çiçek açmazmış." Elbette vardır bir saati inşallah...
       Tekrar yakın ilginize teşekkür, Mübarek Ramazanınızı tebrik eder sizi, sevdiklerinizi ve sevenlerinizi Allah'a emânet ederim vesselâm...
Selâm, sevgi, dua..." diye cevap yazmışım!
       "Yitik Zaman Oyuncakları"mı perişan etmek endişesiyle doluymuşum ve maalesef yanılmamışım!
       "Yitik Zaman Oyuncakları" nın ham hali, 414 sayfa..
       Ham hali derken; 14. 05. 2008' de bilgisayara yükleyerek yayınevine gönderdiğim kitabın; sayfa sayfa bilgisayardan çıkarıp bir cilt-evinde ciltlettiğim şekli..
       O hali ile kitabımın hamını, varlığıyla müftehir olduğum, ömrüne duâlar ettiğim Hürmetli Büyüğüm, Ağabeyim, "Doğunun Başbuğu" lakaplı Yılma Ağabeyim'e verdim. Yine bir seçim sath-ı mailiydi ve ben Bahçeli'ye muhaliftim.
       Ve henüz Hasan Cemal; "Kimse Kızmasın Kendimi Anlatıyorum" u yayınlamamıştı..
       Yılma Ağabeyim, bir gecede okuyup ertesi gün, iade etmek için bana geldiler. Kendi Fakirhanemizde ben hem Yılma Ağabeyim'e hürmet ve ikramda bulunmaya çalışıyor hem de çaktırmadan masa altından hızla kitabın sayfalarını çeviriyorum! 
       Yılma Ağabeyim'den bir sunum veya tenkit notları arıyorum ama yok!
       Anladı tabi!
       - Mustafa Can! Dedi o kendine has ağabey üslûbu ile..
       - Yazdıklarının hepsinin altına imzamı koyarım. Eksiği var ki fazlası yok ama bu süreçte bütüne zarar verir.. Dediler.
       Mesajı almıştım.
       Müşterek tanıdıklarımız bilirler ki ben Yılma Ağabeyim'e, Babam Rahmetli'ye neredeyse emsal bir hürmet duydum hep.
       Kitabı eve götürüp kitaplığıma bir dibe sokuşturuverdim.
       Bilgisayara yükledikten sonra -yine- varlığı ile iftihâr ettiğim, Erzurum'daki ilk Ülkü Ocağı Başkanlarımdan Çok Sevgili Mehmet Emim Alper'e göndermiştim.
       Sağ olsunlar, okuduktan sonra bana;
       "Yitik zaman, nereye gider?
Şimdi, sabahın dördünde, bir sabah ezanının eşiğinde sorulacak soru mudur bu? Yine de içimde bir ses cevap vermeye; dahası, artistik bir cevap vermeye pek hevesli görünüyor: "Yoktan var olanlar nereden geldilerse, vardan yok olanlar da şüphesiz oraya giderler…" Bu, bir cevap elbette… 
        Ama soru hâlâ yerli yerinde: "Yitik zaman, nereye gider?"
"Yitik Zaman Oyuncakları", belalı bir dönemden ‘anatomik’ bir kesit… 
       İnsan’ın olduğu yerde hemen her şeyin var olduğu gibi, onda da hemen her şey var: aşklar, acılar, umutlar, isyanlar… Olmayan tek şeyse pişmanlık. Onun olmaması da bir büyük varlık. Öyle ya: "Aşk, hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır…"
'Belalı bir dönemden anatomik bir kesit', dedik Yitik Zaman Oyuncakları için. 
       Yazar, çok yakından tanıdığı kahramanını, çok yakından tanığı olduğu bir dekor içindeki anılarıyla romanlaştırmış bu kitapta. 
       Türk siyasî yaşantısında, kısaca “70’li yıllar” diye isimlendirilen ve 'sağ – sol çatışmasına' arka plan olan bir dönemi acımasızca sorguluyor bu kitabında… 
       Bu dönem, siyaseten çok yargılandı, özellikle solcularca… 
       Çok günahlar çıkarıldı, özellikle solcularca… 
       Çok fakir fukara babası(!) patron oldu, özellikle solcularca… 
       Ama biz sağcı, solcu, ne halt olursak olalım, 'ülkücü'nün bunlardan olmadığını teslim etmeliyiz… 
       Bu kitap, bunu teslim ediyor. Dedik ya: Aşk, hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır.”
       Ne yalan söyleyeyim; ben acımasızca verilmesine rağmen kendimi 'Kurt'a daha yakın buldum. Kurt, hemen hemen sadece kavgalarıyla verilmiş ve geçiştirilmiş… 
       Bence, o kavgaların arka planı da yeterince verilmeli, hatta detaylandırılmalıydı. Yazarın bu arka planı yetersiz bırakması, yer yer anılara karışmasına ve kahramanını (Kurt’u) eleştirmesine sebep oluyor. Oysa şu geçip giden zaman içinde, kim dolu olanın ne olduğunu bilmeden, hayatının boşa geçmediğini söyleyebilir ki? 
       Ben inanıyorum ki Kurt, dolu olanın ne olduğunu iyi biliyordu. Bence bu da yeterince verilmeliydi.
       Gecenin (ülkemin gecesinin) bir yerinde, Yitik Zaman Oyuncakları’nı okurken Yahya Kemal’i hatırlıyorum: “Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle…”
       Edip Cansever’i de: “Üstü kalsın”
       Ve Kurt’un hayranı olduğu Hüseyin Nihal Atsız’ı: “… ileriye atılıp bir daha dönmemektir!”
       Bütün bunların ötesinde, Ali Karaavcı'yı hatırlıyorum: "Her taraftan taze kan kokusu geliyordu, kanayan yara kendi yarasıydı, kendi yarasına saldırıyordu…" 
       Diye harika bir sunum göndermişlerdi ama her ikimizin hürmette kusur etmediğimiz ve etmeyeceğimiz Yılma Ağabeyim'in o ikazı üzerine, yayın-evine göndermemiştim.
       Aradan epey zaman geçti.
       Bir gün Yılma Ağabeyim yine hânemizi şereflendirerek:
       - Mustafa Can! "Yitik Zaman Oyuncaklarını ne yaptın? Diye sordular.
       - Attım evde bir köşededir Ağabey! Dedim..
       - Artık onu yayınla ama biraz sansürle.. Dedi.. Dedi demesine ama Hasan Cemal kitabını yayınlamış, sol samimi itiraflar ve öz-eleştiride de yine bizden atik davranmıştı!                Durumu anlattım, hevesimin kaçtığını söyledim.
       Yılma Ağabey, detaylandırmadan:
       - Yayınla Mustafa Can.. Dedi ve isimleri ve olay yerlerini bilerek değiştirip yayın-evine gönderdim.

       Bir-kaç gün sonra yayın-evinden Devlet bahçeli ile ilgili bölümleri gözden geçirmemi istediler. Ben de öfkelenerek; "O kısmı tamamen çıkarabilirsiniz." dedim ve yayınlandı..                Ama kitap, Nasrettin Hoca'nın dediği gibi kırpıla-kırpıla kuşa dönmüştü!
       Ama çok güzel bir kapak yapmışlardı sağ olsunlar!
*****
       Hafta sonu olması hasebiyle kendime izin verip; "Veyis Ateş'le Akılda kalanlar" programını izledim. Konuğu Ali Poyrazoğlu idi.. 
       Keyifle su gibi içerek ve geri sarıp ikinci kere izledim. Ali Poyrazoğlu'nun Aziz Nesin'in teşviki ile kendi tiyatrosunu kurmasının hikâyesini, kendi samimi ve tiyatral anlatımıyla hayatını dinledim.
       Ali Poyrazoğlu'nun adamlığını alkışlatan ise; "Herkes geçmişiyle iyi geçinmesini öğrenmek durumundadır.." yargısından önceki, -aklımda kaldığı kadarıyla; " 25 yaşındaki ben, 18 yaşındaki bana fırça atarken; 35 yaşındaki ben müdahale edip, 'Hoop! Ne dalıyorsun çocuğa?' diye müdahale ediyor, bu sefer ben olaya karışıp, 'Yahu sakin olun! Ne çekişiyorsunuz?' diyecek oluyorum, bütün geçmişim, "Hadi ordan be moruk!' diye fırçalıyorlar.." anlatımındaki ustalığa hayran kaldım..
       Ali Poyrazoğlu'nu dinlerken fark ettim ki; hatalarımı zevdiğim kadar doğrularımı sevemiyorum çünkü doğrularımı bana bırakmıyorlar. Hatalarımı öksüz bırakmaya da gönlüm asla rıza göstermiyor!
       Ve "Yitik Zaman Oyuncakları" mın ham halini kitaplığımda sakladığım yerden çıkardım; Emin Alper Hoca'ya ve yayın-evine gönderdiğim bilgi-sayaradaki yüklemelerimi arşivimden buldum.
       Şimdi sosyal medya aracılığı ile basımında destek olacak ve "Yitik Zaman Oyuncakları" mı istemeden düşürdüğüm pejmürdelikten kurtaracak, Dostlara sesleniyorum...
       Ömrümün oyuncaklarını Yitik Zaman'ımdan, asla yitirmediğim zamanımı oyuncaklardan kurtarmama yardım eder misiniz? Çünkü:
       TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ Vesselâm...
       Selâm, sevgi, duâ...
       Mustafa ASLAN



Hiç yorum yok: