11 Ekim 2017 Çarşamba

İNSANIN İNSANLIKLA ÇEKİŞMESİ...

Dostlarla buluşmayı çok sevenlerdenim.
Konuksuz günüm olmaz konuğumun olmadığı gün ise mutlaka bir dost ziyaretine giderim.
Herhangi bir sohbetimize adı düşen Dostu, hemen ararım. 
Yıllarca ısrarla yaptığım bu davranış, şükürler olsun ki Dost Dünyamda teamülleşti..
Düşünün ki bir sohbet meclisindesiniz, dostlardan bahsediyorsunuz; bazen üzülerek, bazen keyifle ama hep onurla maziden bahsediyorsunuz ve tam o sırada telefon çalıyor, aranıyorsunuz, adınız arandığınız yerdeki sohbete düşmüş.. Ânın güzelliğini, lezzetinin doyumsuzluğunu hissedebildiniz mi?
Sevilenleri aramak güzel bir davranış ama sevilenler tarafından aranıp sorulmanın güzelliğini ifade edebilecek kapasitede cümleler henüz kurulmadı!
Bazen sohpetlerimizde; "Hocam! Bu kadar şeyi nasıl öğrendiniz? Okuyarak mı, gezerek mi, dinleyerek mi?" diye iltifat yüklü sorulara muhatap olurum!
Gönlüm kövrelir!
Ruhum dinginleşir!
Bedenim dinçleşir ama ben utanırım içten içe!
Anam Rahmetli çok kızardı; "Şeytan sözüdür. Vesvesenin başlangıcıdır." derdi "keşke" sözüne ama bu iltifat yüklü sorularda; "Keşke öğrenmeseydim!" derim kimseye duyurmadan!
Tecrübe, insan hayatındaki en pahalı kazanımdır ama satmaya kalkarsanız alıcısı çıkmaz!
Kelepirden bile sayılmaz nasihat amaçlı tecrübe!
Edinirken çok pahalı, sevdiklerinize uyarı maksatla sıfır bedelle vermeye niyetlendiğinizde istenmeyen, yok sayılan ve sahibine taşınmaz ağırlıkta bir yüktür tecrübe!
Anlatırken çok kolay söylenen yaşanmışlıklar vardır.
Meselâ ateşin yaktığını, durgun suyun boğduğunu, taşın baş yardığını hemen herkes bilir ama sık sık; "Ateşe yaklaşma yanarsın! Derinliğini bilmediğin durgun suya girme boğulursun! Ummadığın taş, baş yarar!" demeye niyetlenirsiniz sevdiklerinize, bildiklerini zanneder söylemekten vazgeçersiniz ve çok geçmeden ya sevdiklerinizden birinin elini yaktığını, ya sevdiklerinizden biri veya sevdiklerinizden birinin sevdiklerinden biri boğulduğunu, ya da sevdiklerinizden birinin başını ummadığı bir taşın yardığını duyarsınız!
Üzülürsünüz!
Üzüldüğünüzden kat be kat fazla öfkelenirsiniz!
"Neden öğretinceye kadar ısrarla anlatmadım?" diye kendinizi sorumlu tutar, suçlarsınız!
Ama bu arada bir tecrübe daha edinirsiniz: Tam zamanında söylenen doğru söze; "Şimdi zamanı mı?" diye, zamanını bekleyerek erteleyip bir şeyler olduktan sonra söylediğiniz doğru söze; "Şimdiye kadar neredeydin?" itirazının, doğrunun mukadder akıbeti olduğunu canınız çok acıyarak öğrenirsiniz!
"Keşke olmasaydı! Keşke bunu da öğrenmeseydim!" der hayıflanırsınız ama olan olmuştur!
Bir sevdiğiniz incinmiştir, sizin canınız daha fazla acımıştır ama olan olmuş, ölen ölmüştür ve olmuşla ölmüşün çaresi yoktur!
Zor öğrenir, zor öğretir hatta muhatabı yaşayarak öğreninceye kadar hiç kimseye bildiklerimizi öğretemeyiz!
Çünkü insanız!
Eşref-i mahlûkatız çünkü!
İyiler bizdendir!
Kötüler de bizdendir çünkü!
Tanrı'nın adağını kabul ettiği İyi Habil'i, adağı kabul olunmayan Kötü Kabil'in öldürmesiyle Kötü Kabil'den türeyen kötülerin içinden; "Kötünün iyisini/ehven-i şerri seçmek" gibi imkansız bir doğrunun peşindeyiz çünkü!
Ve Ahfâd-ı Kabil'den kişiler olarak esfel-i safilinlerin de insan olduğunu hatırlayıp kendimizi "Kötünün iyileri" diye kategorize ederek teselliye sığınırız!
İNSANIN İYİLİĞİ DE, KÖTÜLÜĞÜ DE İNSANLIĞINDANDIR Vesselâm..
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: