Zaman: Mahşer günü... Yer: Mahşer yeri...
Milyarlarca yıl doğmuş-ölmüş insanlığın tamamı yeniden diriltilip hizaya sokulmuş! "Din Günü" gelmiş! Herkes kendisiyle yüzleşecek! Herkes yaptıklarının ödülünü veya cezasını görecek!
Mahşeri kalabalık; "Adalat! Adalet!" diye uğuldarken kalabalık arasında; "Merhamet Tanrım! Merhamet!" diye inleyen cılız sesli Selim Pusat'ın annesini duyunca, kalabalık arasında kendi annesini aradı Kurt! Fazla aramadan gördü Annesini, O da;
- Adâlet! Adâlet! Diye inliyordu!
Biraz sonra sıra Kurt'a gelecekti! Geçici dünyadan buraya göçerken cenâzesine cemaat olup;
- Hakkınızı helâl ediyor musunuz? Diye Hoca Efendi'nin üç kere sorduğu soruya;
- Helâl olsun! Diyenler de buradaydı! Hocaefendi'nin helâllik dilediğinden haberleri olmayan mahşer kalabalığı da! Bu mahşer kalabalığına kendisiyle ilgili de; "Ne diyorsunuz?" İlâhî sorusu yöneltilecek ve elbette mahşer kalabalığı "Adâlet! Adâlet!" diye bağıracaktı.
Annesi Altun Hatun ne diyecekti? Altun Hatun da Selim Pusat'ın Annesi gibi kendisine merhamet dileyecek miydi? Merak ediyordu!
Hesaba çekileceği andan korkuyordu ama Tanrı'ya güveniyordu!
Tövbe ettiği günahlarından sorguya çekilmeyecekti biliyordu ama bilmeyerek işlediği günahlarından dolayı, Annesinin merhâmet dilenmesi, işini kolay kılacaktı...
Tanrı, kendinden dilenen hiçbir anne-babayı boş çevirmez diye biliyordu! Ana-babanın duası da, bedduâsı da makbûl olanlardandır diye biliyordu...
Selim Pusat'ın sorgusu bitti. Adâlet tecellî etti! Tanrısal merhâmet gerçekleşti ama sonucu fark edemedi Kurt! Selim Pusat'ın sonunun sonsuza kadar iyi olacağını tahmînle yetindi sadece...
Mahşer kalabalığında, mahşeri düzen içinde görevli meleklerin uyarısıyla sıra kendine geldi! Tanrı katına çıkarılmak sırası kendisindeydi!
Bu âna yürek dayanmaz diye biliyordu ama artık yüreğin durma şansı bitmiş, bu ânı yaşamaktan başka yol kalmamıştı!
Ya mahşer yeri çok sessizdi, ya da kalbinin gümbürtüsü gökgürültüleriyle yarıştaydı!
- Güm, güm! Güm, güm de güm güm! Diye "Allah! Allah! Ya Allah!" ritmiyle gümbürdeyen kalbi, Tanrı katında olmanın heves ve heyecânındaydı!
Sorgu başlamış, elleri dile gelmişti Kurtun!
- Şu tarih, şu saatte, falan yerde, filana böyle böyle ettirdi bana!...
- Bu tarihte, bu saatte, filan yerde, filana şöyle şöyle ettirdi bana!...
- Falan tarihte, falan saatte, falan yerde, falan konu hakkında yazması gerekeni tuttuğum kaleme yazdırmadı! Kalemle ben çok üzüldük! Davacıyız!...
Ayakları dile gelmişti Kurt'un!
- Şu tarih, şu saatte, şurada, kaçanın peşine düşürdü beni! Kaçan kovalanmazdı oysa!...
- Bu tarihte, bu saatte, burada güzel görünümlü bir dişi şeytanın peşinden götürdü beni! Oysa evinde yolunu gözleyeni vardı! Davâcıyız!
Gözleri dile gelmişti Kurt'un!
- Şu tarihte, şu saatte, şuraya bakarak nûrumu lekelemişti! Bakmaya bilirdi!- Bu tarih, bu saatte, burada bu güzelliğe bakmalıydı, bakmadı! Bakmadığı güzelliği görmek için çok çırpındım! Bakacaklarına bakmadı, bakmayacaklarına abaktı bizimle davacıyız!
Yüreği dile gelmişti Kurt'un!
- Şu tarihte, şu saatte, hemen herkesi inciten zalimi, aman diledi diye bana rağmen affetti!
- Falan tarihte, falan güzeli sevmedi ben sevmiş olmama rağmen!
- Filan tarihte, filan saatte, filan çirkinliği sevdi! Sevilmezleri sevdi, sevilesilere kızdı benimle! Davâcıyım!
Kulakları dile geldi! Dili dile geldi! Sırasıyla bütün uzuvları dile geldi! Neredeyse tamamı şikayetçiydi kurt'tan!
Aklı dile geldiğinde ferâhlar gibi oldu biraz!- Hep sorguladı! Zulme karşı vicdanını uyanık tuttu hep! Mazlumun hakkını korumak adına, bütün uzuvları "Yapma!" demesine rağmen, defalarca ölüme atıldı, benim irâdemle! Ulu Tanrım! Senin rızanı çok gözetti beni dinleyerek! Benim Sana iman etmemle Sana inandı Tanrım! Sana iman etmem yüzünden beni hiç sorgulamadı! Ben de imanıyla el ele vererek becerebildiğimiz kadar cüz'i iradesine müdahele edip günahtan sakındırdık! Ben razıyım Tanrım! Sen de razı ol...
Sıra mahşeri kalabalığın, katkısına gelmişti!
Eşi-emzali görülmemeiş bir şimşek çakışı, emsali duyulmamış bir gökgürültüsü, güzelliğine rastlanmamış bir güzel seda soruyordu:
- Ne diyorsunuz?
Mahşeri kalabalık, alışılmış uyumu ve ritmi le bir ağızdan:
- Adâlet! Adâlet Tanrım! Diye uğuldarken Annesinin sesini duydu Kurt:
- Merhamet! Merhamet! Şol gökleri kaldıran, donatarak dolduran, ol deyince olduran Göerklü Tanrım! Ben oğlumdan razıyım! Babası da razıdır. Babasının sayısız kere namazlarında; "Ateşe düşsen yanma oğlum! Sele kapılsan boğulma! Zor işlerin kolay olsun! Tanrım sana zorluk yaşatmasın oğlum!" diye dualarına kulaklarımla gözlerimle tanığım! Çocukluğunda da, delikanlılığında da, ben ihtiyarladığımda da hep duacısıydım Tanrım! Beni ve babasını hiç incitmedi! Sen de onu incitme Tanrım!
Annesi inliyordu! Annesinin iniltisi, mahşeri kalabalığın ritmik uğultusuna uymuyordu ve tanrı'dan başkası da duymuyordu o sesi! Duyması gereken duyuyordu ya! O duysun diye inliyordu ya zaten Annesi! Annesi inledi, kalabalık fark etmese de Tanrı dinledi. Tanrı dinledi, annesi inledi!...
Mahşer kalabalığının uğultusu içinde o kadar güçlü olmasa da, ayırt edilen bir nazlı inleme ünlüyordu şimdi:
- Es selâtü hayr'ün minen nevm!...
İnilti uğulduyor, beyni uyarıyor, Kurt uyanıyordu uykusundan kan ter içinde...
Sabah ezânı okunuyordu...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder