Ahmet Haldun TERZİOĞLU adlı, "Türk Muhayyîlem" diyerek alkışladığım Dostum Kandaşımın bir paylaşımını, aylardır sakladım.
"Sakladım" derken hemen her hafta mutlaka bir kere okudum. 65 yıllık ömrümün deli-deli, dolu-dizgin yaşanmış gençlik çağlarındaki yaşanmışlarla, hâlâ tortuları kalmış olan kînimle, yok saymaya çalıştığım karşıtlığımla kıyasladım defalarca!
Onlarca yıldır Merhûm Mehmet Âkif'in;
"Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir,
Davransana eller de senin, baş da senindir.." feryâdını güncelleyerek seslendiren bir Türk Milletçisi olarak ahâli-toplum-halk-millet adına bakan, soran-sorgulayan, düşünce ve hayâllerini -50'ye yaklaşan romanlarıyla- Türkçe ve Türk'çe anlatan Yaşayan Türk Destancısı Ahmet Haldun TERZİOĞLU'nun bu yazısını, çevremizdeki seven-sevmeyen ilgili herkesin dikkatlerine sunmaya karar verdim.
Önce Türk Destancı TERZİOĞLU'nun aylarca irdelediğim yazısı, sonra âcizâne düşüncelerim.
Elbette biraz uzun ama ilgilenenlerin sıkılmayacaklarını zannediyorum.
Kolay gelsin...
"TÜRK SOLU VE GÖKÇE FIRAT ÜZERİNE...
Özellikle "Diploması yok" söylemleri ile ve Gökçe Fırat'ın "Fetocu" damgası yiyip tutuklanması ile buna rağmen susmaması ile gündeme taşındı Türk solcular.
Öncesinde merak ediliyorlar ve pek bilinmiyorlardı.
Kendileri "Sol" diyeceğim kesim tarafından benimsenmiyorlar. Diğer kesimler ise adlarındaki "Sol" sözcüğü nedeni ile bilmeden, öğrenmeden karşı çıkıyorlar. Sıradan bir davranış olarak, haklarında tevatürler uyduruluyor, efsaneler yaratılıyor, bence hak etmedikleri suçlamalarla karşı karşıya kalıyorlar.
Kim oldukları, neden böylesine değişik söylemlerde bulundukları elbette merak konusu olacaktı ki öyle olmuştur.
Birden bire gündeme düşen yapılar hakkında da değişik sözlerin çıkması sıradandır.
Ben Türk Solu'nu ve liderleri Gökçe Fırat 'ı tanıdığımı sanıyorum.
Elbette onlardan biri değilim.
Bu nedenle yazdıklarım, anladıklarım ve anlattıklarım yeterli olmayacaktır. Tamamlayıcı yorumlarla ve açıklamalarla bu eksik tamamlanabilir. Benimki kişisel bilgiler ve gözlemlerdir. İddialı açıklamalar yapmaya da hakkım olmadığını düşünüyorum.
.....
Türk Solu ile tanışmam nasıl oldu?
Bir gün, Mersin'deki evimde oturup çalışıyorken, kapı zili çaldı. Megafondan kim olduğunu sordum. Genç bir ses saygılı bir şekilde; "Ahmet Haldun Terzioğlu Hoca'm'la mı görüşüyorum" dedi. "Evet" yanıtım üzerine, görüşmek istediğini belirtti. Ben de kapımı açtım.
Temiz yüzlü, efendi, iyi konuşan, saygılı Tamer adlı genç ile o gün tanıştım.
Kendisinin Türk Solu dergisi için abone topladığını, öğrenci olduğunu belirtince, bütün Ülkücüler gibi sıradan tepkimi verdim. "Benim solcularla ne işim olur?"
Genç gayet düzgün bir şekilde, benim sevilen ve okunan bir yazar olduğumu, milli yapılar için tarafımın ve siyasi görüşümün hiçbir önem taşımadığını, kitaplarımın Türk Solu yapısı içinde beğenilerek okunduğunu, eğitimlerde kullanıldığını, hatta her kitabımın Türk Solu Dergisi'nde tanıtıldığını, Gökçe Fırat'ın benden sürekli olarak övgüyle söz ettiğini söyledi. Üstelik elindeki derginin orta sayfasını açtı ve Tomris Han adlı romanımın tam boy tanıtımını gösterdi.
Şaşırdım.
Gökçe Fırat'ı ne duymuştum o zamana dek ne de tanımıştım. Türk Solu'nu da o gün duydum desem yalan olmaz.
Meraklandım.
Tamer'i içeri davet ettim.
Çay içiyordum, ona da çay ikram ettim ve başladım klasik Hoca tavrım ile sorgulamaya, hatta biraz tenkide.
Tamer o kadar saygılıydı ki tek karşı söz etmeden yalnızca dinledi. Savunma bile yapmadı. Sonra dergi bıraktı. Verdiğim parayı da almadı. Daha sonra yine geleceğini, kitaplarımın tanıtıldığı diğer dergileri de getireceğini söyleyip ayrıldı. Kısa bir zaman sonra sözünü de tuttu.
.....
Ne yalan söyleyeyim, Tamer'in saygılı tavırları ve davranışı takdirimi topladı.
Bana ne ukalalık yaptı ne de bir şeyler anlatmaya, usuma sokmaya çalıştı.
Bu karşılaşma, aslında sola, özellikle sola ve yeni yapılanmalara kuşku ile bakma önceliğimi odlasa da yine de önyargılarımı bir yana atıp Türk Solu'nu tanıma, anlama ve araştırma çalışmalarına başladım.
Önce o zaman çalıştığım yayınevinin sahibini aradım.
O da fuarlarda kaşılaştıklarını, söylemlerinin değişik olduğunu, Mustafa Kemal'e tutkularını ancak aynı zamanda Castro'ya, Che'ye, Deniz Gezmiş'e, Mahir Çayan'a vs. olan sevgilerini, onların posterlerini kullanmalarını anlattı.
Şaşırmamak mümkün değildi benim açımdan.
Bu işteki karmaşa hemen dikkat çekiyordu ya bir de onları dinlemek, onların gözünden bakmak gerekiyordu.
Bunun için de şu sorular usuma yazıldı.
Bağlılıkları nereyeydi?
Kimden, kimlerden destek alıyorlardı?
Neden ve nasıl böylesi karmaşık düşünceleri bir arada tutuyorlardı?
Kaç kişiydiler?
Maddi dayanakları neydi?
Kurdukları Ulusal Parti'nin yapılanması nasıldı?
Nerelerde yerleşik, nerelerde gezgindiler?
Birlikleri, dernekleri, partileri neye hizmet ediyordu?
Gökçe Fırat kimdi?
Amacı neydi?
Bir dış bağlantısı var mıydı? Vs...
Gökçe Fırat'la ilk karşılaşmamız, katıldığım ilk İstanbul Kitap Fuarı'nda oldu.
Biraz da mizansen kattım işin içine.
Standları geri plandaydı ancak oldukça ilgi görüyordu. Bir kaç yazar sürekli olarak imza yapıyorlardı. Bunlar arasındaydı Gökçe Fırat.
Mustafa Kemal'in Askerleri sloganını ve onun büyük boy fotoğraflarını kullanıyorlardı. Bir tertip giyinmiş genç kızları, uscul hanımlar ve nedense siyah takımlar içinde değişik yaşlarda erkekler çevrede önlem almış gözükerek kitap satışlarına yardımcı oluyorlardı. Kalabalık bir görüntü içinde budunun da ilgisini çekiyorlardı.
Gökçe Fırat'ın imza sırasına girdim.
Kitap imzalatmak için sıram geldiğinde adımı söyledim.
Gökçe Fırat, heyecanla kalktı. Beni standa davet etti. Bütün oradakiler bir kandaş sıcaklığı içinde beni karşıladılar. İkramlarda bulundular. Bir anda kitaplarım çıktı ortaya. İmzalatmak ve benimle resim çektirmek için sıraya girdiler. Evet, ilgi sağanağı/odağı bana dönmüştü.
.....
Zamanla, neredeyse bütün Türk Solu topluluğunu tanıdım. Gencinden orta yaşlısına, kocamışına, yönetiminden, üyelerine...
Araştırdım, soruşturdum, anladım.
Evet, Türk Solcuları sevdim, pek çok düşüncelerini usum almasa da...
Bir kere çok samimi ve candandılar.
Tamamı emekçiydi. İçlerinde memurlar, işçiler ve işsizler vardı.
Yani bizim gibiydiler.
.....
Öyle bir yerlerden gelen paraları, dış destekleri, görünmez bilinmez varsıllık kaynakları yoktu. Bir yayınevi ve matbaa çevresinde, dergi ve kitap satışları ile idare ediyorlardı ki neredeyse büyük çoğunluğu o yayınevi ve matbaada çalışıyor, dergilerinie abone topluyor, kapı kapı gezip kitap ver dergi satıyor, hem de davaları için koşturuyordu.
Kazandıkları ortadaydı. Giderleri de belliydi.
Her muhalif yapının çektiği maddi sıkıntıları çekiyorlar, ama bunu pek belli etmek istemiyorlardı.
Uzun uzun konuşmalarımız oldu. Benim de tenkitlerim. Bütün bunları dostane çizgiler içinde yaptık. Yani kötüleme ve karalama yerine anlamaya, anlatmaya çalıştık. Handikaplarını, anlaşılmazlarını anlamak elbette benim için de kolay olmadı. Çünkü bana tamamen yabancı bir düşünce sistemi içindeydiler.
Hem Türklüğü hem de solu bir arada tutma çabaları büyük bir savaşım gerektiriyordu onlar için. Zaman zaman karmaşaya düşüyorlar, çelişkiler içinde kalıyorlardı. Böyle olunca da uzak Türkçü geçmişe, Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı'nın fikirlerine sığınıyorlardı.
.....
Öğrenebildiğim kadarı ile geçmişleri şu sıralamada bir gelişme gösterdi. (Yanlışım varsa düzeltilsin)
Türk Solu, Doğu Perinçek'in İşçi Partisi içinde doğdu. Yani köken olarak İşçi Partiliydiler. Ancak zamanla Perinçek'in söylevlerini, özellikle Kürtlere ve PKK'ya yaklaşımlarını sevmeyen, bu konuda bir "Hain-Vatansever Türk" çizgisi çizmeleri gerektiğini savunanlar, Gökçe Fırat başkanlığında başkaldırdılar.
Ayrıldılar.
Bu ayrılma elbette kavgalı oldu. Hatta gençler arasında büyük kavgalar çıktı. Bu kavgalar yağılık seviyesine ulaştı. Pek çok yerde çatıştılar. Hâlâ da çatışıyorlar.
Ayrıldılar ve önce Ulusal Parti'yi kurup teşkilatlanmaya çalıştılar. Bu da oldukça zor oldu ki hâlâ pek çok ilde teşkilatları yok.
Sonra oturup kendi fikir çizgilerini olgunlaştırdılar. Türklüğü, biraz da aşırı bir şekilde Türkçülüğü ön plana çıkardılar. Bunu "Sol" anlayış içinde yükseltme çabasına girdiler. tarihi, geçmişi ve İslam'ı asla ötelemeden, bu değerlere, Türk olan her şeye dört elle sarılarak yükseltmeye çabaladılar.
Bu arada bir sol savaşım geçmişleri vardı. Sol bir gelenekten geliyorlardı. Sol söylevleri vardı. Bundan da vazgeçmek istemediler. Hatta zaman zaman 80 öncesi olaylarla ilgili olacak Ülkücülere yağılık beslediler. Bununla ilgili acımasız yazılar üleştiler dergilerinde. Kızgınlıklarını dile getirip o çağdaki sol yapılanmaları da sahiplenmeye çalıştılar. Yukarıda yazdığım gibi Castro, Che gibi sol önderleri de gözden çıkaramadılar. Onları sahiplenmeyi sürdürdüler. Ancak ana kaynak olarak Mustafa Kemal'i seçtiler. Düşünce sistemlerini büyük önderin düşünce sistemi çizgisine oturtmaya çalıştılar.
Evet, bir karmaşa vardı. Hâlâ var ya da bu yandan bakınca bana öyle geliyor.
Elbette onlar gibi düşünmem, hissetmem mümkün değil. Ancak onları anlamaya çalışıyorum. Bunda da gittikçe başarılı olduğumu iddia etmeliyim.
.....
Gökçe Fırat, savaşımcı, korkusuz, mert ve yiğit bir kişilik. Onu tanıdığım için gerçekten çok mutluyum. Bir simge durumuna getirdiği sakalları ile de karizmatik bir lider olduğu ve topluluğu tarafından çok sevildiği kesin.
Dikkat çekmeyi, derdini anlatmayı, savaşımını daha üst seviyelere taşıdığı da bir gerçek.
Çok zeki olduğu kesin.
Kafası özgür ve bağımsız.
Eyvallahsız bir kişilik ki ben de en çok bu yönünü sevdim. Büyüklerine de çok saygılı. Bana karşı da öyle. Ağabey, der başka bir şey demez. Diğer Türkçü, milli yapılanmalara da çok saygılı, gerek Osman Pamukoğlu Paşa ile gerekse AKP ile savaşım içindeki bütün kişilerle, Türkçü derneklerle, birliklerle, sendikalarla işbirliği içinde olmayı istiyor.. Bunu da hiçbir art niyet taşımadan, hiçbir kişisel getiri düşünmeden yapıyor. Bu konudaki pek çok davranışını, tavrını yakından biliyorum. yardım isteyen herkese koştu. Milli yapı içindeki zora düşmüş her kişinin yanında oldu. Zorla ve zorba mahkemelerde çile çekenlerin yanında oldu bütün yoldaşları ile birlikte. Kumpas davalarında acı çekenlerin acılarını üleşmeye çalıştı. Mahkeme kapılarında nöbet tuttu.
Anladığım kadarı ile ki asla yanlış anladığımı sanmıyorum, Gökçe Fırat ve Türk Solu için ilk öncelik Türklük ve Atatürk. Türk milletinin geleceği, Türk devletinin sürmesi, cumhuriyet ve laik sistemin korunması...
Evet, asıl kavgaları bu!
Bunun dışında hiçbir dilekleri yok.
Geçmişte bu konuyu işlerken aşırıya gittikleri olmuş. Dergiler ortada. Bunu da törpülemişler zamanla. Söylevlerini yumuşatmışlar. Kendilerince daha doğru olan bir yola girmişler.
Türk Solu topluluğu yalnızca kendi yağları ile kavruluyor. Kimseden yardım almıyor. Maddi destek görmüyor. Şu anda iktidar karşıtı olmalarının büyük sıkıntısını çekiyorlar. Liderleri uzun zamandır anlamsız ve haksız bir suçlama ile içerde. Dergilerinin ve kitaplarının satışı engelleniyor. Kitaplar ve dergiler toplatılıyor. Sık sık baskı ve zorlamayla karşı karşıya kalıyorlar. Nerdeyse bütün üyeleri iktidar ve iktidar sahipleri ile mahkemelik. Bir mahkemeden bir diğerine koşuyorlar. Nefes aldırılmıyor onlara. Fuarlara katılımlarına engel olunuyor. Örnek Ankara Kitap Fuarı'na sokulmadılar. Bu cendere içinde bile inandıkların doğruları ve liderlerini savunmalarına hayran olmamak mümkün değil.
Ben buna gerçekten hayranlık duyuyorum.
Baskı ve güç karşısında susan, boyun eğen, geri çekilen koca koca kalabalıklar varken, bir avuç yiğit kişinin kadınıyla erkeği ile savaşım vermesi üstün bir düşünce anlayışının ve direnme gücünün örneği olsa gerek. Hem sağda hem solda özellikle iktidarda yağıları olmaları onları ne korkutuyor, ne de geri adım attırıyor. Hayır, onlar sokağa çıkıp kavga etmek ya da ellerine silah almak istemiyorlar. Düşünceleri ile savunmadalar. Bunu da ellerinden geldiğince başarı ile uyguluyorlar.
.....
Evet, adlarındaki "Sol" tanımlaması onları bizim nezdimizde itici kılsa da ben bu çocukları seviyorum. Güzel dostluklar kurdum onlarla.
Gökçe Fırat bana; "Ağabey" dedi. Ben de onu kandaş bildim.
Türklük yolunda, hiçbir yabancı mihraka alet olmadan sürdürdükleri savaşımda, zora düştüklerinde elbette yanlarında olacağım.
Bu konuda kimseye hesap vermem. Aldırmam.
Ben Türk'üm diyen ve gayri milli yapılanmalarla savaşan herkesin yanında olmayı bir görev bildim ki Türk Solu da bunu yapıyor.
Onlardan bugüne dek hiçbir yabancı duyu ve koku gelmedi burnuma. yanlış hiçbir şey görmedim, duymadım. Söylentilere de kulak asmam. Ben inandığımı bilir, inandığımı savunurum. Ki onlar da beni olduğum gibi kabul ettiler. Tartışmadılar bile.
Evet, benimle hiçbir zaman düşünce savaşımına girmediler. Ne dediysem dinlediler yalnızca. Hatta dergilerinde söyleşi verdim. Ne istediysem onu söyledim. Bu iş de böyle sürüp gidecek.
Türk Solu, Türklüğü sol düşünce yapısı içinde yükseltmeye çalışıyor. Bunun için de diğer hiçbir Türk milli yapı ile kavga etmiyorlar. Türk tarihini 5000 yıllık bütünlüğü içinde ayırımsız kabul ediyorlar. İnançlara da ayrıca saygı gösteriyorlar.
Bu da bana yetiyor!
Bir de Solcu olmayaydılar çok iyi olurdu!
Zindanda çile çeken Türk, Gökçe Fırat'a buradan esenlikler gönderiyor, onun gözlerinden öpüyorum! Bir an önce özgürlüğe kavuşacağı günü umutla ve özlemle bekliyorum.
Bütün Türk Solu topluluğuna sevgilerimi iletiyorum. Sabretsinler, Tanrı Türk'ü koruyacaktır.
Evet, bütün Türkler, bütün Türk milli güçleri, milli olmayan güçler karşısında birlik olmalı ve omuz omuza vermelidir. Fikir ayrılıkları bir yana bırakılmalıdır.
Türk'ün Türk'e ihtiyacı var! Bu kadar!
Yanlışlarımı, saygılı bir dille düzeltin. Ukalalık yapanı, hakaret edeni hemen silerim.
Ben dost dediğim kişilere hakaret ettirmem.
Çünkü Türk'üm!
Ahmet Haldun TERZİOĞLU"
.....
Selâm ile Türk Muhayyîlem!
"Sevdiklerini seviyorum, sevmediklerin otomatikman hasmımdır." diye girsem söze, çok mu tarafgir olur?
Olsun..
Elimden geldiğinde kısa yazmaya çalışacağım ama siz sadece söylemekle kalmayıp, söyletmeyi de becerenlerdensiniz, bu da Destancılığınızın size sağladığı bir özellik olmalı..
Olsun..
Ömrümü; "Ben, Türk'ün her şeyini seviyorum." iddia ve uygulamamla yaşadım, yaşıyorum.
Bilindiği gibi, insanda bütün uzuvları çifter çifter yaratan Tanrı, hayatî/yaşamsal uzuvlar olan kalb ve beyni tek yaratmış...
Yani tek kalbli, tek beyinli Sağcı Türk'ün de, Solcu Türk'ünde uzuvları çifter çifter.. Her iki Türk'ün de; sağ kolu-sol kolu, sağ ayağı-sol ayağı, sağ gözü-sol gözü, sağ böbreği-sol böbreği v.s. var...
Ne Sağcı Türk, sol uzuvlarından; ne de Solcu Türk, sağ uzuvlarından vazgeçmez, vazgeçemez..
Vazgeçmesinler, vazgeçmemeliler de!
Türk'çe yaşayan topluluklarda da; ne olduğu belli olmayan, renksiz, samimiyetsiz ve tarafsız davranmak iddiasındaki kişilere karşı; "O'nun sağı solu belli olmaz.." şeklinde ifade edilen bir güvensizlik vardır.
Bilinen tarihi ile birlikte Türk Milletinin, milletseverleri ve vatanseverleri hep olagelmiştir.. Böyle de devam edecek...
Ama -yanıldığım yerde lütfen düzeltin- Muhteşem Türk Atatürk'ün 15 yıllık "Türk Asr-ı Saadeti" dışında Türk Vatanseverler ile Türk Milletseverler bir araya gelmemişler, gelmelerine izin verilmemiş!
Yüz yıl önce Merhûm Mehmet Akif;
"Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir,
Davransana! Eller de senin, baş da senindir." Diye feryat ederken, zannediyorum bu yüzden ve aynı birlik hasreti ile sesleniyordu.
Köprüler olmadan karşı-yakaların buluşması mümkün olmaz biliyorum!
Siz ve -tanımadan sevdiğim- Solcu Türk Gökçe Fırat 'ın köprülüğünüz sayesinde inşallah Türk'ün karşı-yakalarda kalanları buluşur..
Bu buluşmanın kutlu olacağına imanım tamdır..
"Ulu Tanrım!
Görklü Çalabım!
Bir tek namussuz Türk yaratacağına, dünyayı yık daha iyi.." Türkçe dileğe bütün gönlümle katılarak, tekrar; sevdiklerinizi seviyorum, sevmedikleriniz otomatikman hasmımdır.
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ inanç ve dileklerimle...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder