18 Nisan 2017 Salı

ÖMÜR MUHASEBESİ

Bir ömür yaşadık düşe-kalka El-hamd'ü lillâh...
Hep tırmandık, hep tırmandık, gözlerimiz zirvedeydi hep!
Sırtımızda yükümüz vardı, yükümüzün ağırlığıyla düz orantılı tırmanışımız da ağırdı, zordu!
Bazen üstlendiği sorumluluğunu, yükünü bir kayanın arkasına saklayıp bizden biraz daha erken zirveye çıkmayı, başarı zanneden kurnazlarımız oldu!
Ya çıktıkları yerden yuvarlanıp geri yanımıza geldiler, ya da çıktıkları yerde; biz gidinceye kadar yalnızlıktan ödleri koptu!
Çünkü zirveye boşu-boşuna çıkılmaz!
Çünkü zirveye; tırmanmaya başlamadan rehberin kontrol ederek her tırmanışçının sırtına yüklediği yük; zirvede kişinin yaşam malzemeleridir!
Ve herkes, zirvede kendisine lazım olacak yaşamsal malzemeleri taşır sırtında zirveye!
Ne umardık zirveden? Ne arardık zirvelerde?
Zirveler yüksek! Zirveler soğuk! Zirveler ıssız!
Ekilmez, biçilmez, iskân edilmez zirveler!
Bâkir kurulmuş ve zirve olduğu müddetçe de bâkir kalacak zirveler...
Kartallar dolaşır zirvelerin semâlarında ama konmazlar!
Dağ keçileri görülür zirvelerde saklanmak için kaçarlar zirvenin de yukarılarına!
Yılanlar da olur zirvelerde ama onlar tırmanmazlar; zirvede doğar, zirvede yaşarlar ki zirvelerin semâlarında süzülen kartallara av olsunlar diye!
Bir ömür yaşadık el-hamd'ü lillâh; zirveler de gördük, hücreler de!
Akranlarımızdan devler de gördük, cüceler de!
Ne minicik cüsseli devlerle tanış olduk varlıklarıyla iftihâr ederek ve ne dev cüsseli cüceden de küçükler gördük, gölgemizde saklayarak!...
Yiğitlerle tanış olduk; Allah için ölüme "ölümü öldürmek için" saldıran!
Kaçaklar-göçekler, ürkekler-korkaklar gördük; kaçıp saklandıkları yerden olan biteni seyreden, sonra birin üzerine bin ekleyerek kendisi yapmış gibi anlatan!
Yalancılar gördük; söyledikleri yalanı bir ömür boyu, aynı tekrarıyla saklamayı başaran!
Meydanlarda hiç olmayan ama anlattıklarıyla kalıcı olmayı başaran sahte kahramanlar gördük!
Kişiler, kişilikler gördük mevkî-makamlara sığmayan!
Kimliksiz, kişiliksizler gördük emanet koltuklarda kaybolan!
Yalancıların yalanını, duyduğumuz anda yüzlerine vurmadık. Yanlış yaptık!
Kaçtığını gördüklerimizin; "Şöyle saldırdım! Böyle saldırdım!" dediğini gözlerinin içine istihza ile bakarak dinledik! Sükûtumuzu ikrâr saydılar, suskun kaldık. Yanlış yaptık!
Ölümsüzlüğe uğurladığımız her tâbutla çoğaldık!
Firâra uğurladığımız her kaçağımızla güçlendik!
İdam sehpalarından selâm alan Yiğitlerimizle kıvandık!
İftihâr ettik mâzimizle! Sessiz-sedasız geçmişimizle övünerek zorluklara dayandık!
"Yedi kardeşiz, yedimiz de birbirimizi biliriz" samîmiyetiyle büyüdük, kocadık!
Yıllardır anlatılmasına izin verdiğimiz yalanları, yalanlama şansımızı kaybettik. Yanlış yaptık!
Dinleyerek ortaklık ettiğimiz yalanlarla yiğitler biterken, yalancılar büyüdüler gözümüzün önünde hayret ettik. Yanlış yaptık!
Ateşin yaktığını, elimizi yakmadan; ummadık taşın baş yardığını başımız yarılmadan; suyun boğduğunu, boğulma tehlikesi atlatmadan veya bir boğulana tanıklık etmeden öğrenemedik. Yanlış yaptık!
"..cı'ların, ..ci'lerin, ..cu'ların, ..cü'lerin"; gibi yaptıklarını, rol kestiklerini, çok geç fark ettik! Yanlış yaptık!
Kalabalıkların, yalnızlıktan korkanlardan oluştuğunu, bizzat gözlemleyerek öğrendik ama anlatmakta geç kaldık. 
Ve şimdi yalnızlıktan korkanların oluşturduğu müthiş kalabalık korkak yalnızlara mecbur kaldık! Yanlış yaptık!
İlk düğmesini yanlış iliklediğimiz gömleğimizin kısa eteğini çekiştirerek uzatmaya uğraştırdılar bizi; "Bütüne zarar vermemek" adına, çekiştirip durduk. Yanlış yaptık!
"Elhamdülillah Müslümanız!" dedik, Allah ile aldattılar bizi!
"Türk'lük kaderimizdir. Türk'üz" dedik, milliyetçilikle aldattılar bizi!
"El-hamd'ülillah Müslüman-Türk'üz" dedik, Türk-İslâm Sentezciliği ile aldattılar bizi!
Kolay kandık! Kolay kandırıldık! 
Kolay aldatıldık! Yanlış yaptık!
Onar yıllık periyotlarla; on yıl öncenin hâinlerini kahraman, kahramanlarını hâin ilan ettiler; hâin ilan edilenlerin de, kahraman ilan edilenlerin de içindeydik, mukadder akîbetimizi yaşıyorduk, anlamalıydık, anlatmalıydık; anlamadık, anlatmadık! Yanlış yaptık!
Yanlışa yanlışla mukabele, iki yanlış edeceğini öğrenerek, yanlışlarımızı kabullenerek yeni yanlışlar yapmadan, yeni yanlışların yapılmasına müsaade etmeden, aksakalların tecrübelerinden, delikanlıların çevikliğinden oluşacak millî güçlerle mutlu yarınlar peşindeyiz hâlâ...
Ömrümüzün son deminde kaçak bindiğimiz Hz. Peygamber(s.a.a.)'in; "Nûh'un Gemisi gibidir." dedikleri Ehl-i Beyt Gemisi 'nde, Kâinat Devleti'ne seferde, forsalığa kürekçiliğe gönüllüyüz şükürler olsun.
"İster yağmur yağsın isterse dolu,
N'idem ben ummâna daldıktan sonra!"  vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: